Sizce Türkiye’de halkımız donör olma konusunda ne kadar bilinçli?
Mehmet Ali Özcan: Çok az… Bunlar bir hezeyan şeklinde basının bazı hastaları ön plana çıkardığı dönemlerde farkına varılan sonra hemen unutulan ihtiyacın ne kadar büyük ve anlamlı olduğunun pek anlamadığımız bir durum…  Kök hücre bilgi bankasına gönüllü bağışçı olmanın ne anlama geldiğini, olayı anlamadan yalnızca birine yardım etme duygusuyla gerçekleştirmek imkansız. O nedenle farkındalığın düzeyi beklenilenin çok çok altında…

Sadece Türkiye’demi bu durum böyle? Dünyada da böyle mi?
Dünyada hareketler farklı. Bu konuda başarılı olan ülkelere baktığımızda toplumda sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik rahatlığın kazanılmasıyla gelişmiş ülke konumuna geçişle birlikte bu tür insani önem taşıyan eylemler daha sıklaşmaya başlıyor. İnsan geçim derdinden kurtulup ancak bunlarla ilgilenmeye ve başkasına yardımcı olma duygusuna kavuşuyor. Bununla ilgili çok sayıda dürtücü faaliyet var. Bu faaliyetler sivil toplum örgütleri, kurumsal olarak eğitim gönüllüleri ve bu işi sürdürmekte olan kök hücre bilgi bankalarının kendi web siteleri veya eğitim faaliyet departmanları gerçekleştiriyorlar. Dünyada farklı  logolarla, farklı cümlelerle kök hücresi verici olma teşviki yoğun şekilde destekleniyor. ‘’ Kahramanım Sensin’’ fikri de bu projenin ilk başlangıcında kullanılan sloganıdır. Okan Bayülgen’de kendi  programında ön plana çıkardığı Enka İlik Projesi şimdi ki adıyla Alp Şen iyİlik Projesi ‘nin de uzun süre kullandığı şey birisinin kahraman olması. Bir başkasına hayat vermesi, bir başka canda yaşa…  O kadar çok cümle var ki aslında önemli olan birilerinin bu gönüllü bağışçılığın ne anlama geldiğini bilmeden, bağışlama hezeyanıyla değil bilerek  gönüllü bağışçı olması  lazım…

Gönüllü bağışçı olmayı nasıl sağlarız?
Bunu sağlamak için durmadan en alt eğitim kademesinden, güncel medyanın tüm olanaklarına kadar her yeri farkına vardırmak ve öğrenme duygusunu dürtmekle başarabiliriz. Hemen herkesi bir araya getirip onlardan örneklerin alınıp, bunların gönüllü bağışçı olduğu duygusuyla değil çok bilgilenmiş, defalarca düşünmüş, aklında artık bu işi oturtmuş kişilerin gönüllü bağışçı olmasını sağlamakla gerçekleştirebiliriz. Farkındalığın kısa süreli, geçici kampanyalarla değil uzun yıllara yayılmış devamlılığı olan projelerle gerçekleşmesi lazım.

Alp Şen İyilik Projesi’ne nasıl bir destekte bulunuyorsunuz?
Alp Şen İyilik Projesi’nin kuruluş düşüncesinden bu güne geliyorum.  Bu proje şöyle bir proje, hastam vasıtasıyla yine bir hezeyan olmuştu. Hastam bir anneydi, akut kan kanseri vardı. Hastalığı tekrarlamıştı mutlaka kök hücre nakli yapılması gerekiyordu fakat akrabalarında uygun verici bulamamıştık. Bunun üzerine kendi yazdığı bloğu çok destek görmeye başlayınca Okan Bayülgen’de bu konuda medyayı kullanma konusunda hastamı ve hastamın özelinde konuyu gündeme taşıdı. Okan Bayülgen’nin programıyla beraber peş peşe birkaç program yapma fırsatı bulduk. Programlar sırasında, programı gece yarısına kadar izleyen Enka Okulları biyoloji öğretmenlerinden Şeyda Hanım, ertesi gün öğrencilerine bu kavramı anlatıp böyle bir sosyal sorumluluk yapısını bir klüp olarak bir aktivasyon olarak gerçekleştirmek isteyenlerle bir arada olmak istediğini söylediler. Bu paylaşımdan sonra Alp’inde içinde bulunduğu bir grup öğrenci arkadaş önce bilgilenmeye sonra da eylem planı yapmaya karar verdiler. Bir gün yine bana ulaşıp beraber bir değerlendirme toplantısı yaptık. O gün ki koşullarda öncelikli sorunların ortadan kaldırılması için bağışa gitmiş ama çalışılmamış örneklerin çalışılmasını sağlamak için ihtiyaç olan kit katkısını sağlayacak cupcake satımından t-shirt basımına ve onun satımına kadar giden bir aktivasyon gerçekleşti. Ne yazık ki Alp’in aramızdan ayrılışından sonra büyük bir üzüntü içerisinde olan aile, bu konuda Alp’in ismini yaşatacak aynı zamanda son zamanlarda toplumsal sorumluluğun meydana getirdiği bu özel projeyi Alp’in ismini yaşatacak önemli bir hale getirip getiremeyeceğimizi beraberce tartıştık. Süha Bey’le yaklaşık 3 saat süren bir değerlendirme toplantısı yaptık. Ceyda Öğretmen’de katıldı. Bu toplantının sonucu bir kurumsal kimliğe bürünmek ve bu kurumsal kimliğin sivil toplum örgütü olarak olayın bütün boyutlarını açıklığıyla ortaya koymak, olayın ilgilileriyle bu olayı tartışmak, çözüm olanaklarını net olarak ortaya koyup bu konuda oluşturulması gereken toplum ilgi, bilgi ve baskısını oluşturmak temel ihtiyacını karşılamak üzere oluştu. İlk lansmanından beri her türlü aktivasyonda hem bilgilendirmeye katkıda bulunmak hem de hep onlarla beraber olduğumu göstermek için her türlü aktivasyonda beraber yer alıyoruz.

Gönüllü bağışçı ne yapabilir?
Gerçekten bu bireyin bir başka insanın ihtiyacı olan ve kendisinde bulunan, kendisinden alındıktan sonra kendisine hiçbir zarar vermeyecek olan kök hücrelerini bir başkası için bağışlama duygusuna sahip olduğunu hissettiği an ülkemizde çeşitli sorunlarla karşılaşıyor. Kök hücre bilgi bankası olarak ülkemizde iki tane banka var. Birisi Ankara’da birisi İstanbul’da bulunuyor. İkisi de aslında bu iş için kurulmamış sonradan bu işin üzerlerine atfedilen birimlerdir. İkisi de kamu üniversite hastanelerinde aslında hastaların tedavileri için gerçekleşen faaliyet sırasında ihtiyacı karşılamak için oluşturulan küçücük küçücük yapılar… Bu yapılar kamu alanında ki normal mesai saati, normal mesai kültürüne dayalı olan bir banka kültüründen çok sistemin işleyişini sürdüren kamu alanı olarak çalışan yerler… Yani bağışçı olmak istediğinizde gidip oranın mesai saatlerinde kapısını çalıp kan vermeniz gerekiyor.  Sadece kan vermeniz yetmiyor şu anda 10 binlerce kan verilmiş olarak – 80 derece dolaplarda bekliyor. Bu kanların verilmesinin yanında, kimlik bilgilerinizin çalışılması gerekiyor. Biz buna doku tipi diyoruz. Bu doku tipleri olmadan sizin bağışçı olup olmayacağınızı bilinmiyor. Kanınızı verince bağışçı olma duygusuna kapılıyorsunuz ama siz bilgisayar programına taranabilir bir kimlik olarak işlenmedikten sonra hiç kimseye faydanız yok. Şuanda en büyük sorunlarımızdan birisi bu çünkü bu sistemin sürdürülebilirlik planı yapılmamış. Bu sistem herhangi bir fonlama sistemine sahip değil. Herhangi bir geri ödeme sistemine sahip değil. Elde edilen bağışlar üniversitenin kaynak aktarımları, kalkınma bakanlığı veya sağlık bakanlığından elde edilen zaman zaman ortaya çıkan fonlamalarla sürdürülmeye çalışılıyor. Bir banka kültüründen çok bir tür imece usulü çalışan sisteme sahiptir. Çalışanları da aslında kamunun diğer alanlarında çalışılmak için işe alınmış orada da çalışması için görevlendirilmiş kişilerdir. Büyük emekle çalışıyorlar fakat sonuçta bu emeğin karşılığında olması gereken noktada değiliz. 76 milyon nüfusa sahip bir ülkede 35- 40 bin gönüllü bağışçı kaydımızın olması komik bir rakam. Bunun üzerine 2008’de sağlık bakanlığı bu işi çözmek için gerçekten önemli bir değerlendirme yaptı ve 2008’de resmi gazetede Türk Kök diye bir proje yayınladı. Amaç, merkezi sağlık bakanlığı tarafından fonlanması garanti edilen bu nedenle çalışılmama derdini ortadan kaldıran merkezi bir kök hücre bankası oluşulmasıdır. Ancakgünümüze gelindiğinde henüz dokunulabilir bir ürün haline gelmiş değil. Çeşitli sorunları var. Bürokratik sorunları var. Geçen yıl Aralık ayında yapılan bir kampanya da bakan bey Okan Bayülgen’in programına konuk olmuştur. Yıllardan beri söylediğimiz 7/24 bizim bağışçı kabul ettiğimiz bir alanımız var, burası Kızılay… Kızılay’ın kan bağış merkezleri 7/24 kan bağışı için hazırlar. Bir başka yeni alan ihtiyacımız yok. Bunun üzerine Kızılay’da bir protokol imzalı sağlık bakanlığından. Şuanda Kızılay kan merkezlerinde kök hücre bağışçısı olma olanağı da var. Bu kök hücre bilgi bankası ihtiyacını karşılamak değil bankanın atm ‘si olarak düşünebilirsiniz. Orada bilgi verecek insanlar var, kanı alabilecek olanak var. Bu olanağın aktarılması için bakanlıkta bir protokol var. Kanınızı aldıktan sonra sizin bir yerlere göndermeniz gerekmiyor. Kızılay onu bakanlığın ilgili laboratuarına gönderiyor. Bu sistem çalışıyor, şu anda aktif fakat duyurmuyoruz çok fazla.

İler ki amacınız bu mu?
Bunun bir kompleks halinde düşünülmesi lazım. Bakanlık yine ihaleye çıkarak bu sistemden gelecek örneklerin doku tiplerinin çalışılması ihalesini de yaptı. Bunda da özel bir laboratuar kazandı. Şu anda çalışıyorlar. Bu da yetmiyor, Ankara’da özel bir laboratuar kuracaklar. Acı Badem grubu yapıyor. Bu da yetmeyecek çünkü oluşan veriler var. Bunları tarayamadıktan sonra bunların varlığı hiçbir şey ifade etmiyor. Bakanlık henüz bilgi işlem sistemi ihalesini yapmadı. Yani bu çalışılanlar, toplananlar henüz hiçbir insana dokunabilir durumda değil. Bunun üzerine vakfın tüm ekibiyle beraber, bakanlık müsteşarlığından randevu talep edildi. Bakanlıktan bu konunun tüm detaylarını bakanlıkla görüşüp daha öncede söylediğim gibi bu bir sivil toplum, ilgi, bilgi ve baskı unsuru olarak kullanılması amaçlanan bir vakıf. Bu sorunun gerçekten çözümlenmesi amaçlanan bir vakıftır. Aramızda para toplayalım da 3 tane kit alalım olayı değil. Bunun sürdürülebilir kimliğinin oluşturulması gerekir. Bizim derdimiz gönüllü bağışçının Çin’de, Amerika’da ya da İtalya’da nerde çıkıp çıkmayacağını bilmiyoruz. Şu anda çok sayıda Almanya’dan ve İtalya’dan verici buluyoruz. O insanlar kendi vatandaşları için değil insanlık için bunu yapıyorlar. Bu büyük bir proje… Bakanlık bu projede 200 bin vericiye ulaşmayı hedefliyor. Parayı ayırdı, parayla ilgili bir sıkıntı yok ama gördüğünüz gibi sadece para yetmiyor. Bir organizasyon doğruluğuna ihtiyaç var. En büyük sorunumuz bu artık zamanımızda kalmadı. Alp Şen Vakfı’nın da en önemli görevlerinden biri de durumu tespit ettikten sonra müdahale şansına sahip. Çünkü durum tespit edildikten sonra kimse otoriteye bir şey söyleyemiyor. Fakat sivil toplum örgütü olarak olayın gerçekten farkına varırsak otorite zaten doğru kararın vermiş ve devam etmesi gerekiyorsa desteğe ihtiyaca varsa vakıf biz desteğiz diyor.

Bugün burada ne yapacaksınız?
Bugün İstanbul’dan sonra İzmir’de de farkındalık toplantısı gerçekleştirmek için buradayız. Bizi dinlemeye gelenlere bu hastalığın tanımını, vakfın tanımını İzmirlilerin bu konuda farkındalığını sağlamak ve herkesi gönüllü kök hücre bağışçısı olma duygusunu sağlamak için katkıda bulunmaya çalışıyoruz.




Dora: Modaya merak salmadan önceki hayatınızda ne yapıyordunuz? Başka ilgilendiğiniz iş alanı var mıydı?
Ertan Kayıtken: Kendimi fark etmeye başladığım yaşlardan itibaren hep modanın içindeydim. Enteresan ama hayatımda tercih unsuru diye bir şey olmadı. Moda dürtülerim doğuştandı. Annem çok güzel giyinen bir kadındı. Giyimle ilgili her şeyi ile ben ilgilenirdim. Mücevherlerini ben seçer,  saç rengine ben karar verirdim. Annem zevkime güvenirdi. Benimde idolüm oydu. Mesela 7 – 8 tane peruğu vardı. Tayyör giyer yakasına çiçek takardı. Modanın en lüks şeklini yaşardı. O senelerde gündüz 2-3 kıyafet değiştirip, davetlere giden biriydi. Bu moda ruhunu bana çocukken verdi. 7-8 yaşlarından itibaren kendimi estetik, güzel giyim ve moda hakkında bilinçlendirdim. Zaten o zamanlar Türkiye’de modacı olmak diye bir kavram yoktu ya da imagemaker diye bir kavram yoktu. Lise çağlarımda tiyatroyla haşır neşir oldum. Tiyatroda Şahide Tekand ile beraber çok oyunlarımız oldu. Hatta müzik üzerine çalışmalarımızda oldu. Sesimin rengi iyidir.Yani hep sahne üzerine bir yoğunluğum oldu moda o zamanlar rölantiye aldığım bir hobimdi. Daha sonra rahmetli Barış Manço ile tanıştım. 80’li yıllardı. 20’li yaşlardaydım ve benim kendisinin sahne kıyafetlerini hazırlamamı istedi. Bu benim için bir çıkış yoluydu. Türkiye’nin sevdiği sanatçının yüzüklerini, yakalarını, pelerinlerini, kemerlerini, ceketlerini hepsini ben hazırlıyordum. Kuvvetli bir imajı vardı ve biliyordum işim çok zordu.İlk defa onunla farkındalığa geçtim. Sen benim “Image Maker’msın demişti. O zamanlar televizyonda tek kanal vardı, odaTRT. Beni, onun hayatıyla ilgili olduğu bir programa imagemakerı olarak çıkardı. Ertesi gün yolda yürüyemedim. Tek televizyon olduğu için herkes onu izliyordu. Anlaşılan bir gecede meşhur olmuştum. Sonra bunu taşımak için kendimde bir sorumluluk hissettim. Dedimki;“Barış Manço’nunimagemakerısın, çok çalışman lazım.” 20’li yaşlardasınız böyle bir misyonu üstünüze alıyorsunuz ve hayatınızın çıkış noktasındasınız. Yol almamı sağlayanlardan bir taneside kendimi Barış Manço’daiyi ifade edebilmem oldu. Sonra arkası geldi. Çeşitli sanatçılar, fuar zamanı muhakkak bana kıyafet diktirirlerdi. Hatta Hülya Avşar’ın ilk defa sahneye çıkış kostümlerini ben hazırlamıştım. Bunları gördükçe kendime daha çok özgüven geldi. Tek makine ile kıyafet dikmeye başlamıştım.


Hiç yardımcınız yok muydu?
Hayır, maalesef... Yani isterdimki birileri bana yardım etsin. Hatta şimdiki gençlerle ilgilenemediğim zaman bana küsüyorlar ama onları çok iyi anlıyorum. Elimden geldiğince doğru olanların yanında olmaya çalışıyorum. O yüzden ben kendi kendimin sponsoru oldum. Kendi kendimi yöneten biri oldum.

Tek desteğiniz yine kendinizmişsiniz... Hayatınızda büyük rol oynayan başka kimler vardı?
Hayatımı etkileyen belli kişiler vardı. Bunlardan biri de sevgili Yıldırım Mayruk oldu. Çok seneler önce SteffanMolang isimli bir modacının Paris’teki defilesini izlerken en önde oturmanın hazzını yaşıyordum. En önden bir yer yakalamıştım. Ben orda en önde oturacağım ve defileyi seyredeceğim derken sevgili Yıldırım Mayruk’u gördüm.Gazetecilerin arasına karışmış, elinde kamerayla defileyi çekiyor. Belli ki iş başında. Öyleutandım ki...Sonra kendikendime “senin yapacağın şey işin mutfağında olmak ve faydalanmak, orada seyircilerin arasından defileyi seyretmek değil.” Dedim. Bu benim modaya yaklaşımımın sahneden ziyade arkasında da çok önemli şeylere dikkat etmem gerektiğinin hissini verdi. Bir kerede Vakko’nun defilesinde Bay Vitali’yikonuklar için sandalye taşırken gördüm. O günden beri bende defilelerimin mutfağında koştururum. Çok iyi eleman olarak çalışırım. Çünkü sadece elbiseleri hazırlamak yetmez.

İzmir’de ki en iyi defileleri siz yapıyorsunuz. İzmir’de bu konuda en iyisisiniz.
Mütevazilik gösteremeyeceğim. Sosyal proje adı altında ve hakikaten profesyonel bir koleksiyonla, profesyonel bir podyumu İzmir’e taşıdığım için çok mutluyum.
Bu sene var mı?
Evet Mart Ayında yeniden olacak.
İlk koleksiyonunuzu ne zaman nerede sergilediniz? İlk heyecanlarınızı hatırlıyor musunuz?
Evet hatırlıyorum. Sevinç Altıntaş manken ve model olan balerin bir bayan vardı. Hem manken yetiştiriyordu hem de bale dersleri veriyordu. Onun balerin adayları ve model adayları ile Efes Oteli’nde hanımlara verilen bir çayda 10 parçalık koleksiyonumu tanıttım. O koleksiyonumu hala hatırlarım. Çok özenli ve çok şık 10 parça bir kostümdü.
İzmirli hanımların dikkatini bu defile ile mi çektiniz?
Barış Manço’dan sonra yaptığım o defile ve arkası geldi. Tabii ondan sonra sevgili rahmetli Atalay Noyaner bana çok imkan tanıdı. İzmir Fuar’ı zamanları, sanatçıların yarıştığı ortamda “Ertan Kayıtken Mini Defile Şov” adı altında seyircinin ve tüm Türk medyasının hazır olduğu ortamlarda defile yapıyordum. Arkası çok geldi. İlk defa moda kliplerini ben çektim, ilk moda programını “Pazar Şöleni” adı altında sevgili Esin Moralıoğlu ile beraber ben çıkardım. Yani birçok ilki ben hazırladım.

Kendinizi şanslı hissediyor musunuz?
Çok şanslı hissediyorum kendimi.

Erkan Kayıtken markasını oluştururken sıkıntılarınız oldu mu?
Bir defa İzmir’de bu işi yapmak zor. Hem malzeme açısından, hem potansiyel, hem kendinizi ifade etmek ve tanıtmak açısından zorlayıcı. O yüzden zaman zaman İstanbul’a gidip doğru yerlerde silahımı patlatıp geri dönüyorum. Ama İzmir’de yaşamak bana ferah kalmayı, tükenmemeyi, kirlenmemeyi ve daha parlak bir beyin ve zekâyla yaşamayı sağladığı için İzmir’de olmayı çok seviyorum.

Şu an kendinizi nerede görüyorsunuz?
İstanbullu modacılara baktığım zaman her geçen sene tecrübelendiğimi, mesleğimde gençleştiğimi ve dünya modası ile paralel bir hale geldiğimi görüyorum. Bu bana çok büyük haz veriyor. Neticedegenç tasarımcı, stilist değilim. Bunların hepsini yaptım. Modacılıkta yaptım, stilistlik yaptım şimdi “dünya modasını uygulayan” kişi oldum. Dünyada ne varsa ne modaysa doğru kişide bu kıyafetleri uygulayan kişiyim. İşin mutfak bölümündeyim. Tasarımcı değilim ben uygulayıcıyım son 5 senedir.

Peki siz kapıya gelen her müşteriyi kabul ediyor musunuz? Yoksa böyle müşteri ayrımı yapıyor musunuz?
Bu seneye kadar randevusuz çalışmıyordum. Herkesi randevuyla kabul ediyordum ama bu sene sevgili Sinem Sağel ile birlikteyiz. Son 5 senedir benim defilelerimin staylingini yapıyordu. Böylece bir ısınma turu yaptık. Bu dönemde Sinem Sağel’de çok güzel dersine çalıştı. Birçok stajyer geldi, birçok kişi benle çalışmak için çaba sarf etti ama vizyonlarının olduğu kadar çalışıp, ayrıldılar. Sinem Aslan burcu, çok yoğun, beyni ruhu bu işe çok yakışan, şık bir tarzı ve bilgi birikimi olan bir hanımefendi. Bu senede bundan dolayı kendisiyle beraber artık randevusuz herkesin gelebileceği, yüksek fiyatların olmayacağı ve herkesin çok rahat giyip, bulamadığı kıyafetleri bulacağı bir koleksiyon hazırladık. Ticari kaygısı olmayan herkes gibi her vitrinde olan ürün profilinde olmayan ve geziyorum tozuyorum her şey var ama bu tavırda bir şey yok diyen, seçici insanların bulabileceği bir koleksiyon hazırladık. Sinem’i de böylelikle çabalarından dolayı artık bu yerde aktif olması, bana da keyif veriyor. Göreceksiniz zaten ileriki günlerde, ilk birlikte hazırladığımız koleksiyonu da yılbaşından önce “Bu Tarz Benim” programında o 16 parçayı Sinem’le beraber hazırladık. Hazır konfeksiyon herkesin çok rahat giyebileceği tarz ve şık kıyafetler sergileyeceğiz.

Gece kıyafetleri mi?
Abiye. Adı da Kayıtken De Lux.

16 parçayla mı sınırlı kalacaksınız?
Sürekli yenileyeceğiz. Sürekli üreten bir bünyemiz var.
Peki bu tarz hazır giyime sizi hangi fikir yönlendirdi? Neden böyle bir yol tercih ettiniz?
E: 10 seneden beri Sinem başımın etini yiyor. Son 5 seneden beri müşterilerimin istekleri bu doğrultuda. Artık çalışan ve üreten kadın profili çoğaldı. Bu yüzden insanlar daha pratik daha konforlu ve giyip görüp almak isteyen bir kitle var bunlara da hitap etmem gerekiyor ama senelerdir beni taşıyan bir haute couture kitlede var. Bana modayı onlar öğretti. Çok özel olmayı, çok özel dikişi onlar öğretti. Özel yine devam edecek. Bu filiz veren yeni bir heyecan.

İvana Sert ile nasıl buluştunuz? Hangi noktada anlaştınız? Nasıl ilerliyorsunuz?
Her zaman doğru kişiler, doğru beyinler, birbirine uyumlu insanlar bir şekilde bir yerlerde buluşurlar, ben buna çok inanırım. İvana bir yarışmanın jürisindeydi, bende o yarışmanın koleksiyonunu hazırlıyordum. Bu “kıyafetleri giymek istiyorum” demişti bana. O zamanlar bu tarz benim programı yoktu. Bugün Ne Giysem Programı da yoktu. Fakat benim tutucu bir tarafım vardır. Bir şeye ya tam girerim ya hiç girmem. Bu tarz benimin 2. programında beni konuk ettiler ve defile yaptım. Orada onun tabiriyle ba-yıl-dım dedi. Bunların hepsini giymek istiyorum izin verir misin? dedi. Tabi dedim. Hem çok hoş bir bayan. Koleksiyonumun yarısını orada bıraktım. Giydikçe ilgi çekmeye başladı. Sosyal medyada da beğenileri gördükçe daha büyük cesaretlendim. Zaten hazıra geçmemin ikinci nedeni de İvana’dır. Bakü’den, Moskova’dan, Amsterdam’dan, Avusturalya’dan her yerden sosyal medya aracılığıyla beğenilerini sunup, İvana’nın üstündeki kıyafetleri satın almak istediklerini söylediler. Hayatımda Barış Manço önemliydi, yaşımın, mesleğimin bu bölümünde de sevgili Sinem Sağel ve İvana et çok önemli.

SİNEM SAĞEL

Sinem Hanım uzun süredir Ertan Kayıtken ile birlikte çalışmalarınız oluyordu. Bu bir hobiy sizin için önceleri belki ama şimdi profesyonel anlamda çalışmaya başladınız. Böylesine ciddi bir proje ile modaya atılmak, modanın tam içinde olmak size ne hissettiriyor.
Modayı zaten çok seviyorum. Çok keyif alıyorum. Benim için bu iş olarak değil sevdiğim bir hobim gibi. Moda hayatımın her noktasında var. Her dakika bir dergiye bakıyorum ya da her dakika modayla ilgileniyorum. Benim instagramımda mesela hayatımdaki insanlardan çok modayla ilgili fotoğrafçı, makyaj artisti, yurt dışında yaşayan Türkiye’de yaşayan bir sürü moda ile ilgili insan var. Ben etrafımdan çok o tür şeylerle ilgileniyorum. Hayatımdan çok bu tür moda konusu beni her şekilde etkiliyor. Tabii Ertan Kayıtken gibi birisinin yanında olmak, onun yanında beraber yürümek çok gurur verici ve çok keyifli…

Neler hazırladınız bizler için? Neler yapıyorsunuz?
Ertan Kayıtken’in defilelerindeki stylingleri ben yapıyordum. Bütün organizasyonun içindeydim. Şimdi bu tasarımları da bu kıyafetleri de Ertan Bey ile birlikte tartışıyoruz, beraber bakıyoruz. Tabii ki son söz her zaman Ertan’ Bey’in ama birlikte yol almak çok daha keyifli. Birlikte tartışarak birlikte konuşarak çok daha güzel yerlere varıyoruz. Çünkü iki göz bakınca çok daha farklı şeyleri yakalayabiliyor.

Peki bu kıyafetlerin ortak bir özellikleri var mı? Bir çıkışınız noktanız var mı?
Dünya modasıyla paralel ve tabii ki Ertan Kayıtken’in çizgisinin paralelinde gidiyoruz. Çünkü onun kendisine ait bir çizgisi var, onun dışında hiç değiliz ama onun yanında dünya modasını da yakalıyoruz. Hepsinin karışımı bir kombinasyon. Çokta abartı olmayan ama çok sıradanda değil… Taşıması, giymesi kolay, kadını çok güzel, ince ve fit gösterebilecek formları olan şık kıyafetler tasarlıyoruz. Tasarladığımız an ortaya çıkardığımızda hepsi satılıyor. Bu sebeple sürekli üretim halindeyiz..

Şimdi yurtiçi satışlarınız var. Yurtdışına da açıldınız mı?
O talepleri değerlendirmedim. Onlar bana sadece ivme kazandırdı, cesaret verdi. Çünkü sanayileşmek gerekiyor. Ben Oğlak burcuyum, emin olmadan kendime güvenmeden pek böyle uçmam. Şimdi bu şekilde başladık ve devam edecek. Şu an hazır giyim yeni filiz verdi, bu meyve verinceye kadar ve çiçek açacak sizlerle. Sonra ağaç olarak sabit kalacak.
Koleksiyona hakim olan renkler, desenler ve kumaşlar hangileri?
Bu koleksiyonda siyah, gümüş, altın ve beyaz yani her kadının gardrobunda çok rahat olabilecek, dışlamayacak, herkesin giyebileceği, her bedenin, her kişiliğin giyebileceği doğru renkler. Bunlar ana renkler biz bunu sevdik. Sonra bunun üzerine yaza doğru yeşil gelecek, bordo, hafif soğan kabuğu bakır tonları gelecek.

35 yıldır bu sektörün içindesiniz? İzmir’in ilk akla gelen modacısı, Türkiye’de de tercih edilen modacılar arasında olmanın size bir yükü oluyor mu?
Olmaz mı… 35 yıldır tatil hiç yapmadım. Çalışmakla beslenen bir insanım. Çalışarak dinlenen bir insanım. Alkış ve başarıyla besleniyorum. Kişiliğinde ve şahsımda böyle bir şey var. Bu anlamda işimi sürdürüyorum. Hiçbir zaman başım dönmez, beslenirim, hazmederim. Hiçbir zaman için ayaklarım yerden kesilmez, tam tersi sorumluluk hissederim daha dikkatli olmam ve daha çok çalışmam gerektiğine inanırım. Bende dünyaya çalışmak için gelmişim. Hiçte şikayetçi değilim.

İzmir kadınını nasıl tanımlarsınız?
Seçici, stil sahibi, herkes gibi olmayı sevmeyen ve feminen. Dekolteyi en kaliteli ve en doğru taşıyan kesim İzmir’de!

Ertan Kayıtken kadını nasıl olmalıdır?
Akdeniz kadınıdır. Ben bakımlı kadını seviyorum. Özgüveni olan, aksesuarı, kıyafeti güvenerek hissederek taşıyan kadını seviyorum. Giyinirken de özgüven ve eğitici öğretici olan kadını seviyorum. Gösteren sunan, öncü olan kadını seviyorum.

İstanbul’da ilerlemeyi düşünüyor musunuz artık bu hazır giyimle beraber
E: İstanbul bir başkentse, kalkıp insanlar biparise gidiyorsa izmirede geliyorlar istanbuldan. Bende sahne almam gerektiği zaman sahne alıyorum. Mesela anteptenmelis Konukoğlu husisi özel günlerine gelir bana diktirir giderler. Ankaradan, antalyadan, muğla, Balıkesir, denizli. İstanbuldanda çok geliyorlar. İsim vermiyim ama şuan sanatçılardan Bülent ersoy’undan tutun mankenlere kadar hepsini giydiriyorum. Mesela şuan tülin şahine hazırlıyorum. Özge Ulusoy çok giyiyor programlarda. Olmam gereken yerlerde seçici davranıyorum evet, herkesi atlamıyorum. İStanbula gitmek gibi bir kaygım yok. O kadar sene gitmedim artık gitmiyim.

Yeni makyaj artistiniz ile iş birliğiniz nasıl başladı nasıl buluştunuz? Sizi kendine nasıl sevdirdi?

Biz bir expozisyon yaptık burada. Tek bir kelime söyledim, kızaların yüz hatlarını kaybetmeden bir makyaj istiyorum dedim. Çok özendi, çok temiz bir makyaj yaptı. Şimdi ben bu temiz makyajın üzerine her şey ilave edebilirim, her şey isteyebilirim ve şu an onu yapıyor. Bundan sonra bütün çalışmalarımda ve müşteri portföyümde o cevap verecek. Bir de öğrenmeye ve ekip olmaya inanılmaz uyumlu bir ruhu var. Gökhan’da bunu hissettim. Şımarmayacağını hissettim. Mesela benim elbise sattığım rakama makyaj yapıyorlar. Gökhan’ın böyle bir beklentisi yok. Fiyat konusunda bütün İzmirli hanımların mutlu olabileceği rakamlarda işini ortaya koyuyor.